Yozgat'ın yeni nesil haber sitesi Yozgat Medya Köşe Yazarı Prof. Dr. Hamdi Temel yazısında "Baltıkların Paris’i Riga" diye yazdı...
Baltıkların Paris’i Riga
Yıllardır Letonya’nın başkenti Riga’ya gitmek istememe rağmen bir türlü gidememiştim. Sonra Erasmus Plus projelerinden birisinden fırsat yakalayınca hemen kabul ettim ve Riga yollarına düştüm.
Gerçekten de Riga’ya vardığınızda bir sakinlik ve huzur görüyorsunuz. Hayat çok yavaş işliyor ve çoğu zaman sokakların tenha olduğuna şahitlik ediyorsunuz.
1997 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine dâhil edilen Letonya tarihi binaları sizler tarafından görülmeyi bekliyor. Yunan mimarisinden tutun Roma mimarisine kadar pek çok esintiler var. Binaların üzerindeki semboller ve heykellerin hepsinin birer anlamı varmış. Rehberimiz bunları detaylı bir şekilde anlattı.
Binaların estetiğine baktığınız zaman dairesel çıkmalar görebiliyorsunuz ya da kale görünümlü binalara şahit olabiliyorsunuz. Folklorik motifler de oldukça fazla. Veya sarmal dallar, masklar, eğrisel motifler, iç içe geçmiş halkalar ve renkli seramiklerden oluşan kompozisyonlarla biçimlenen bina cepheleri sizi adeta mest ediyor.
Her halde bu binalar ile ilgili olarak hiç unutamayacağım şeylerden bazıları: çatılarda kükreyen aslanlar, bina cephelerinde haykıran yüzler, balkonları sırtlamış mitoloji kahramanları, çatı alınlıklarında yılan saçlı Medusa’lar, bina girişlerinde Mısır sfenkslerini bir çırpıda söyleyebilirim.
Riga orta çağı hatırlatan eski çağdan da esintiler sunuyor. 19. Yüzyıldan sonra yapılan mimari yapıları gösteren yeniçağdan da esintiler var. Tarihin derinliklerinde kayboluyorsunuz.
Eski çağa gitmek isteyenler ve merakı olanların; Özgürlük Anıtı, St. John Kilisesi, St. Peter Kilisesi, Karakafalılar Evi (Büyük Lonca) ve bu yapının cephesinin açıldığı Riga kent meydanı, Riga Dome Katedrali, Riga Şatosu, Üç Biraderler Evleri, St. James Katedrali, Parlamento Binası, İsveç Kapısı, Powder Tower (Letonya Savaş Müzesi) ve Kedili Ev gibi tarihi yapıları ziyaret edebilirler. Gerçekten de müthiş yerler.
Ayrıca, Riga dini açıdan da mimarisi olarak çok zengin bir şehir. 1660 yılında ahşap malzeme ile inşa edilmiş olan St. Peter Katedrali, gotik mimari tarzıyla da insanı büyülüyor. Diğer kiliselerinde ayrı önemi ve tarihi hatırlarını görmek ve duymak için gitmelisiniz.
Arkadaşlar ile buluşma yerinizi kararlaştırmak isterseniz ilk aklınıza gelecek yer; Eski Riga bölgesindeki gökyüzüne doğru 3 adet yıldız tutan bronz bir kadını temsil eden Özgürlük Anıtı idi.
Rusya'daki Valdai tepelerinden doğan, Belarus ve Letonya'dan geçerek Baltık denizinde Riga Körfezi'ne dökülen Daugava Nehri kıyılarında yürüyüşlerimizi de hiç unutmayacağım. Çok keyif aldığım yürüyüş mekânlarından birisi idi.
Riga’da yemek çeşitleri ise çok farklı. Benim damak tadıma çok hitap etmese de herkesin ilk içtiği çorba “Soğuk Pancar Çorbası” idi. Çorba kasemi tam bitiremesem de bende içtim tabi ki. Ama şunu unutmayın ki Letonya mutfağı, tahıl ve patates üzerine kuruludur. Hayatım boyunca en fazla patates yediğim yerdi Letonya. Ama yediğim balık çeşitleri ise gerçekten enfesti.
Aslında yazacak cidden çok şey var Batıkların Paris’i Riga hakkında. Ama gidip görmek ve orada kalıp o tarihin gizemli sırlarına şahit olmak çok daha güzel olur.