Yozgat'ın yeni nesil haber sitesi Yozgat Medya Köşe Yazarı Yaşar Demir'in Gönül Pınarı köşesinde "Asıl Büyük Felaket" diye yazdı...
Durun acele etmeyin. Yazımın başlığına bakıp da karar vermeyin. İki tuğlayı üst üste koyamayan, koyulurken bile izlemeyen pek çok kalem erbabı gibi Asrın Felaketi deprem ile ilgili ahkâm kesecek değilim. O konu hakkında günler geceler boyunca uzman olan ya da olmayan pek çok kişi pek çok şeyi ekranlarda söylediler, köşelerinde yazdılar. Benim bahsettiğim “Asıl Büyük Felaket” deprem üzerinden yapılan algı operasyonları, yalan haberlerle yıpratılan devlet kurumları ve günden güne, iyiden iyiye bölünmüşlüğün eşiğine getirilen halk gruplarıdır. Deprem bahanesiyle felaketten menfaat teminine çıkan leş kargaları ve bu kargaların uzak diyarlardaki sahiplerinin kurgulayıp yaydıkları güven bunalımı, kaos planlarıdır.
Deprem haberi gelir gelmez bir merkezden düğmeye basıldığı açıkça belli olarak, görünürde hükümete, gerçekte devlete yönelik çok amaçlı ve kapsamlı bir yalan, iftira ve karalama kampanyası başlatıldı. İnsanların üzüntülü anlarındaki duygusallığından, deprem felaketine karşı çaresizliğinden yararlanarak her türlü yalan haberi yaymaktan geri durmadılar. Hükümete karşı olan gruplar, yapılan algı operasyonunun farkında bile olmadan bu yalanlara kolayca inandılar, aldanarak kandılar; bu yalanları kendileri de yaydılar. Siyasal bir yaklaşımı olmayan, ancak insan hayatını önceleyen gruplar ise tamamen acıma duygusu ve tez canlılıkla bu karalama kampanyalarına kendilerini kaptırdılar.
Uzak diyarların klavye tetikçileri hemen harekete geçtiler. Bazen ta Tekirdağ’da oturduğu kahveden sanki deprem bölgesinde enkaz altındaki yakınlarını bekliyormuş gibi “Devlet Yok” paylaşımı yaptılar. Bazen “Hatay’da baraj patladı” yalanını yayarak gönüllü kurtarma ekiplerinin bilmem kaç saat işlerini durdurmasına neden oldular. Bu şekilde kim bilir kaç cana mal oldular. Önce hükümeti, sonra devletin kurumlarını karalamaya yönelik akla hayale gelmedik her cambazlığı yaptılar.
Masum halkımızın yalanlara kanmasını ve acıyla gösterdiği tepkilerini anlayabiliriz ve iyi niyetle açıklayabiliriz. Peki, isminin önünde profesör yazan ve “Hükümet önce enkaz altından kendi partililerini çıkartıyor” diyen siyasetçinin de iyi niyetinden söz edebilir miyiz? Bu sözde profesöre, 250 konutluk enkazın altında sağ kalan insanın siyasi görüşünü hangi cihaz tespit edebiliyor, diye sormak hakkımız değil mi?
Başka bir örnekte sosyal medya üzerinden, “İlk iki gün asker inmediği için korumasız kadınlara tecavüz edildi…” diyen adamın yine profesörlüğünden mi provokatörlüğünden mi bahsetmeliyiz? Polise böyle bir ihbar, savcıya böyle bir şikâyet gelmediğine göre, bu bilgiyi nereden almıştır? Bir kadın böyle bir talihsizlik yaşamış olsa bile polise savcıya değil de neden bu kişiye anlatmıştır? Binalarla yaralı, enkazlarla cenaze varken hangi insanın aklına seks gelebilir? Geldi desek bile sürekli devam eden sarsıntılar sırasında hangi sağlam evde bu olay vuku bulmuştur? O şehirlerdeki bütün insanlar, sokaklardayken bu kadın hiç mi imdadına yetişecek birine sesini duyuramamıştır? Böyle bir olay olmadığına göre böyle bir temelsiz yalanı bu kişi o anda nasıl aklına getirebilmiştir?
Devlet dediğimiz müesses nizamdır. Yani canlı bir varlık değil, kurulmuş bir düzendir; hangi alanda hangi kişinin yetkisi varsa o kişi o alanda devlettir. Dolayısıyla oradaki görevli polis, asker, Afad, Kızılay, belediye personeli, sağlık elemanları, öğretmenler, Umke üyeleri ve sair görevlilerin hepsi devlettir. “Devlet Yok” diyenler Türkiye’nin bu unsurlarını devlet kabul etmediklerine göre hangi devleti işaret etmişlerdir, hangi devletten medet beklemişlerdir?
TSK’da moral subayı olarak askerlik yapma ehliyetine sahip olan bir Din Dersi öğretmeni, “Devlet yoktu. İnsanlar 4. günün sonunda çağıra çağıra can verdiler,” diyebilmiştir. Bölgeyi görmeye bile gitmediği halde böyle bir iftirayı attığı ve yalanı söylediği için aynaya bakınca aynadaki kalıbından da utanmamış mıdır? “Vatan sevgisi imandandır” hadisi şerifine göre bu öğretmenin dininden, imanından; hatta milliyetinden şüphe etsek, genetik kökeninden endişeye düşsek yanlış mı yapmış oluruz?
Hepsinden beter olmak üzere Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi en eski ve büyük kulüplerimizin futbol maçı esnasında seyirciler arasına kattıkları kışkırtıcı ajan amigolar vasıtasıyla, “Hükümet istifa” diye tezahürat yaptıranlarda izan ve insaf var mıdır? Ya karşı taraf karşı bir tezahüratla cevap verseydi… 50 bin kişilik stadyumu dolduran onca taraftar birbirine girseydi… O stadyum deprem görmüş binadan daha beter bir halde enkaz haline gelmez miydi? Bu stadyumda on binlerce can kaybı yaşamayacağımızı kim garanti edebilirdi? Bu acımazsızlığı Türk Milleti’ne reva görenlerin Türklüğünden, Müslümanlığından, vicdanından, merhametinden, insanlığından iz ve işaret var mıdır?
Deprem bölgesindeki 11 ilde yürütülen arama ve kurtarma çalışmalarının yetersizliğinden bahsetmek, eksikliklere işaret etmek farklı bir şeydir; “Devlet Yok” söylemi ile devleti ve devlet kurumlarını yok saymak, devletimizi dünyaya aciz ve güçsüz göstermek farklı bir şeydir. Depremzede vatandaşlarımızın konforunu artırmaya yönelik düşünce üretmek farklı bir şeydir; her enkazın üstündeki yüzlerce çalışanı görmezden gelip gece gündüz uykusuz ve yorgun bir halde arama ve kurtarma çalışmalarını yürüten insanların emeklerine saygısızlık etmek farklı bir şeydir. Depremin enkazı altından ve insanların acısı üzerinden siyasi çıkar elde etmeye çalışmanın anlamı nedir? bu insaf mıdır, insanlık mıdır? Kimlerin amaçlarına, kimlerin kanlı planlarına hizmet etmektir?
Sonuç olarak diyebiliriz ki ülkemiz seçimlerin iyice yaklaştığı şu günlerde büyük bir toplum mühendisliği operasyonuyla karşı karşıyadır. Maalesef milletimiz iki kutup halinde ayrıştırılmak istenmektedir. Mümkünse sanattan spora, siyasetten çarşı, pazara kadar hayatın her alanında sosyal çatışma çıkartılmaya çalışılmaktadır. Siyaseti ayrıştırma aracı olarak kurgulayıp sokaklara taşıyarak önce hükümeti sonra devleti hizaya getirme çalışmasıdır. “Asıl Büyük Felaket” de budur.
Ülke içinde ortaya çıkacak olan bir sosyal çatışma depremden daha yıkıcı olacaktır. Milletimizin dini bütündür, kanı asildir, sağduyusu güçlüdür. Her bir ferdimiz oynanan oyunları anlamalı, kendisine kurulan tuzakları görmeli ve sükûnetini, birlik ve beraberliğini bozmamalıdır. Siyasi tercihler, sevgi ve tepkiler için seçim sandığı yeterlidir. Herkes duygusunu sandıkta göstermeli ve sandıktan çıkacak olan sonuçlara razı olmalıdır. Demokrasinin güzelliği de insanlığın gereği de budur. Başka çıkış yolumuz da yoktur.